Kayıtlar

2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

A sci-fi movie worth seeing: The Man From Earth

The thing I liked the most in this film is the atmosphere. Though there is no action that we can pinpoint or any story acted by the actors, nerve-wracking story of a man from 14000 year ago grips you and till the end you watch the hot debate going on between friends in awe and curiosity. As if you re there when Professor John Oldman tells his collegues that he never dies and has been living for ages. The idea strucks them as crazy though they go on interrogating John out of mere cunning at first. Here the director successfully shows us different stances, perspectives piling up one another and refuting the credibility of John. Yet there lingers a doubt. Each of the characters has their limits. They ask according to their profession, expertise. They can test John only at that basis. And when we come to John Oldman himself he turn into a proof of human failings. Though he lived for centuries he is never better than the best man of knowledge than the age he lives through. Man is limited by...

Kirpi İkilemi

Resim
Keşke bilsen. Bir kirpi gibi mevsim degişirken dikenlerimi döküyorum. Yırtıcı bir kuş, ya da bir tilki oradan oraya savurur yuvarlak, dikenli ve korkak bir ben. Geceleri ortaya çıkan: sessizlik içimdeki derin yırtık. Hala bildiğin o kız, lakin cümleleri aksak içi yumuşak, dışı batınca acıtan dikenli bir kabuk. Huzuru kanatır gene vazgeçmez, sokulur koynuna yusyuvarlak. . Meva Ayse O.

US chooses its Poet Laureate: Kay Ryan

Patience by Kay Ryan Patience is wider than one once envisioned, with ribbons of rivers and distant ranges and tasks undertaken and finished with modest relish by natives in their native dress. Who would have guessed it possible that waiting is sustainable— a place with its own harvests. Or that in time's fullness the diamonds of patience couldn't be distinguished from the genuine in brilliance or hardness. Kay Ryan is a poet worth discovering. I found her poetry and imagery witty and rich although she uses few words. Less is more, is her motto. But she does it such gracefully that her poem does not loose deeper meanings they are endowed with. Intact, without much words but with well-chosen verbs, adjectives, names she delves us ito another realm.

Bülbülün Yolculuğu

Kanatlanıp tekrar sevgilisini bıraktığı gül vadisine doğru yola çıkar. Sonunda vadi karşısında, kış boyunca hayalini kurduğu o kavuşma anı çok yakındır Lakin içten içe korkmaktadır. Ya güller arasından sevgili kitabını bulamazsa. Rengarenk güllerin üzerinden uçar, keskin gözleri bir çok gerdan-kıran, göz-boyayan, mis-kokulu gül görür. Ama sevgiliden bir iz yok? Sihirli kitabını bulmak onu bağrına basıp yanı başında durmak ister. Atmacanın taş kalbi bile vadide avlanırken gördüğü bülbüle acır. Çaresizce kitabı aramaktadır. Tüylerinin rengi solmuş, günlerdir bir şey yememiş öyle çınardan çınara uçmaktadır. Yanına gelir. Bülbül ilk başta her şeye sebep olan bu atmacayı görünce sinirlerine hakim olamaz ve dile gelir: "Ey sen hayatımı karartan atmaca, istersen öldür beni umurumda değil! Sensin sevgilimi elimden alan!" Atmaca "Ey güzel sesli bülbül! Yüce Yaradan beni koyduysa kitabınla senin arana elbet vardır bir bildiği." Bülbül atmacanın sözlerini anlayamaz. "Bilg...

Masalın Devamı

Bülbül uzaklara kanat açarken atmaca onları seyrettiği ağacın tepesinden havalanıp kitabın bulunduğu yere gelir. İçinden "Bu umduğumdan da kolay oldu!" der ve yırtıcı bir sesle güler. Yüksek çınar ağacının dallarından geniş kanatlarıyla kitabın olduğu yere süzülür. O da ne? Sihirli Kitap yerinde yok. Atmaca bülbülün yanında götüremeyeceği kadar büyük olduğunu bildiği için bu işin içinde bir tuhaflık var diye etrafı aramaya başlar. Gül vadisini baştan başa keskin gözleriyle tarar. Güllere o kadar yakın uçar ki rengarenk sarı, pembe, eflatun ve yavruağzı güller atmacanın kanatları altında titrer. Lakin kitap hiç bir yerde yoktur. "Yer yarıldı içine mi girdi bu şahane kitap!" Güneş doğar, batar ve vadideki güller kışın gelişiyle bir bir karlar altında kapanırlar. Atmaca ise artık kitabı tamamen unutmuştur. Öyle ya "Gözden uzak olan gönülden ırak olur derler" diye düşünür hırsından vazgeçer. Kaf Dağının eteklerini bütün bir kış bülbülün acı nağmeleri inletir. ...

Sana

Ruhumu bir kitap gibi okuyan bülbül Bir varmış, bir yokmuş Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Yakın hem de çok yakın bir diyarda bir bülbül yaşarmış. Gel zaman git zaman üzerinden geçtiği bir gül tarlasının içinde sihirli bir kitap bulmuş. Lakin bu kitap o kadar ağırmış ki bülbül onu alıp başka bir yere götürmeyi düşünmemiş bile. Onu oduğu yerde okumaya, sayfalarındaki gizemleri keşfetmeye başlamış. Her sayfayı açışında etrafa mis gibi bir koku yayılıyor, bülbülü mest ediyormuş. Bu kitap hayatının öyle vazgeçilmez bir parçası olmuş ki sonunda Kaf Dağının arkasındaki arkadaşlarını ve ailesini bırakıp bu kitabın yanı başındaki çınar ağacına bir yuva yapmış. Kitabın kızıla çalan sayfalarında sanki kendini buluyormuş. Ona nazik kanat çırpışlarıyla yaklaşıyor ve önünde açılan sayfalarından akan hikayeleri büyük bir dikkatle okuyormuş. Ne var ki gene böyle bir gün kitabın mis gibi kokusu ve parıltısı yukardan geçen bir atmacanın da dikkatini çekmiş. Atmaca kısançlığından Bülbülü nasıl ö...

AnaVatan

ellerim annemin elleri içimdeki ben onun bir parçası iken başka bir yolda ilerleyen bir başkasıyım nesilden nesile değişen nedir onun bana uymayan yanları, benim sana uymayan yanlarım elbet bir gün farkına varacağın zayıflıklarım ve sende anne olduğunda zamanın o düğüm noktasında geriye bakıp anneni düşündüğün o an beni yeniden keşfedeceksin hatalarım günahlarım ve bir an için parlayan iyi yanlarım nasıl sen bana annemin çay sofralarını kırpık kırpık kumaş, iğneler ve paletini hatırlatıyorsan yavrunda sana annenle geçidiğin günlerden bir gün gibi gelir: kıymet verdiğin, kıymet gördüğün eleştirdiğin, eleştirildiğin içinde sevgiyle öfkeyi harmanlayıp ben böyle yapmayacağm dediğin ama sonunda sana da aynı şeyi diyenlerin hep çıkacağı bir ülkede yaşıyorsun demektir. Bu ülkenin adı AnaVatandır. Meva A. Ö.

Acıbadem Kurabiyesi

Dostumdan istediğim acıbadem kurabiyeleri İstanbul'dan geldi. Bir bilse bu kurabiyeler içinde daha neler getirdi. Un, şeker, badem ve bir özlem. Uzaktaysan yurdundan neler özlersin, hangi tatları, hangi dostları, hangi günleri bilinmez. Alakasız ve önceden hiç sevmediğin şeyleri sever olursun. Arabada giderken kendini Ferdi Tayfur dinlerken bulursan şaşma. Yemyeşilliklerin arasında düzgün evler, insanlar golfte, muntazam sarı şeritler ve kibarlık. Kırmızı ışık yandığında klimayı kapatıp camı açacak olursan Gülpembe şarkısı dünyanın bu uzak köşesinde de duyulur, kim bilir belki bir anlayan olur. Umulmadık anlarda Allah bir dost yollar insana. İlk gördüğünde hediye paketini açmadan önceki esrar gibi anlamazsın içinde ne olduğunu. Paketi açmak belki yıllar sürer. Lakin, o dost yavaş yavaş derinden içeri girer, Rabbinin hediyesini uzatır. Kalbini açar iyi günde, kötü günde ve arasındaki boşluklarda. Bilse, o kurabiyelerle bana rahmetli dedemi (çok severdi bu kurabiyeleri), İstanbul...

Sıfır Dediğimde (2007)- İzlemeye değer bir Türk filmi...

Yönetmenliğini Gökhan Yorgancıgil'in yaptığı "Sıfır Dediğimde"filmi gerçekten çok etkileyiciydi. İspanyol yönetmen Guillermo del Toro Oscarlı "El Labirento del Fauno" filmindeki gibi magical realism öğeleri taşıyor. Sonunda Türkler'de keyifle seyredilen fantastik ve rüya boyutundan öğeleri gerçeklikle yoğurup magical realism'in doğuya has bir yorumunu ortaya koymuşlar. Film üç farklı karakterin hayatlarının birbiriyle çakışmasıyla oluşuyor. Ana karakterlerden Aslı'nın üniversitedeki hocasından emanet aldığı Doğu masalları kitabını kaybetmesiyle filmin birinci kısmı başlıyor. Daha sonra buna eş zamanlı psikyatr Melih'in hipnoz seansları ve de en etkileyici sahnelerden bazılarını barındıran Zümrüt-ü anka kuşu ve şehzadenin masalının anlatıldığı kısım. Her ne kadar yolları birbiriyle hipnoz dünyasında da kesişse heyecan dolu bir macera başlıyor. Bu filmi kaçırmayın derim. Filmin en çekici yanı ise dünyada ilk defa insanların mahkum.net teki forum...

Voodoo Doll

from the sky fell down a voodoo doll the black-eyed doll I see myself in like a mirror from the little pins in your words wounds touched my skin like bits of poison there, unawares you stabbed from my back her stuffed cotton body shaken and my heart bleeding then friendship exchanged for lifetime acquaintance Meva Ayse Onyurt

Smells of NYC

Resim
this weekend we were in new york City the city with capital C me, my love and my baby 4th of July 2008 it smelled linden trees across the Central Park where the rain soaked to our skin and deep inside my love was rethinking the whole concept if we did right to come all this way if he was willing to sacrifice the day we walked next to each other baby was sleeping as rain continued to drop here and there as the huge trees whispered to our ears "You re in the right track" my tired legs were untied we crossed all the way hand in hand it smelled shish kebabs at every corner with their whirling smoke making the pedestrians dumb as we turn and turn to find the points-of-interest transformed into City dervishes in strange ecstasy always on watch, my guiding angel, and my eyes on our little one who acknowledges the crowd with a cheerful smile it smelled musky lavender or a perfume I cannot describe men and women of the manhattan island wear it all along as they pass by its aroma makes...

Sıfır Noktası

On dördüncü doğum günümdü. Evimizin pütürlü yeşil duvarlarında bir köşede rastladım ona. Gözlerim mühürlendi sanki. O tuhaf akışkan nesnelikten ırak akışa. Ruhumla ilk karşılaşmam. O an ne kadar uzun sürdü. Sanki bir sene, on iki ay, kırk sekiz hafta iç içe doldu o dakika. Hiç beklenmedik bir anda çocukluğa veda ettiğimi hissettim, öteki benin farkına vardığımda. Zamanın çarklarında bir dişli gibi dönüyordum, fakat o hep aynı yerdeydi. Uçuk yeşil duvarın yamuk yumuk gözlerinden bana bakıyordu. Ta derinlerime. Yaratılışımdaki zayıflıklara. Söz verdim, o gün yıllar geçtikçe arada dönüp o noktada tekrar buluşacaktık. O da başını eğip bu teklifimi kabul edercesine onayladı. Bir süre daha kilitli kaldım, o artık yerinde yoktu. Ta ki bir sonraki sene tekrar karşılaşana dek. Ama ben istediğimde değil, o istediği zamanlarda. Umulmadık bir adreste karşıma dikildiği çok olmuştur. Bir an sanki Hızır gibi görünüp yok olur, vehim mi yoksa o muydu diye ardında bir düşünce velvelesi bırakarak. Su...

Uzun bir aradan sonra tekrar LiteraryKahvedeyim.

Resim
Geçenlerde İskender Pala'nın Düşte Kalan kitabını okurken bu dizelere rastladım. Paylaşmadan edemeyeceğim: Zalimlere mehl olmasa matlub-ı İlahi Bir demde yıkar alemi mazlumların ahı Sırrı Paşa (Allah zalimlerin ettiklerine tevbe için mühlet vermemiş olsaydı, mazlumların ahı önünde dünya bir an bile durmaz yıkılırdı. Allah ihmal etmez, imhal eder yani mühlet verir) Belki o zalimlerden bir kaçı fikir değiştirir he ne dersiniz? Rahmeti bol Mevla mazlumları sever, o yüzden kendi ülkesinde istenmeyenlerdenseniz üzülmeyin. Yazılıp çizilenler sizi hiç sıkmasın. Syracuse'de arka bahçemizde dolaşırken gördüğüm devasa kelebeğin resmini sizinle paylaşıyorum. Bu şaheseri gördükten sonra Türkiye'de olan olaylar şaka gibi gelir.

Her Gittiğim Yerde bir Bohça

Dolaşmıyorum, bir zamandır aynı noktadayım Bohçacı Nesrin Abla daha dün kapımızdaydı El emeği göz nuru işlerini tek tek sihirli bohçasından çıkartıp gözümün önünde istiflemişti. Bir seccade, üzeri altın sırma laleler, sümbüller; bir masa örtüsü desenleri ufak aklıma Alis Harikalar Diyarındaki o gizli ormanı getiriyor. Pembe ipekten mendiller, kenarları kim bilir hangi genç kızın elinden mükemmelliyetçi bir tavırla çıkmış bu sihirli bohçanın içinde bulmuştu kendini. Her bir parça bir başka hikaye. Nesrin Abla çıkardıkça annem ve ben büyüleniyoruz sanki. Gerçi annemin aklı her birinin kaç para olduğunda, benim aklımsa sihirbazın şapkasından ne çıkacağını merak eden seyirciler gibi bir sonraki örtünün önüme sereceği Başkalar Diyarında. Hani şu her çocuğun gitmek istediği diyar. Cüceler ve devlerin, anneler ve babaların sulh içinde yaşadığı. Gözlerimi açtığımda Nesrin Abla, sihirli bohçası ve ufak ben yok oldu. Birden durduğum noktada bu tozlanmış hayaletleri gördüğüme inanamadım. Üzerinde...

Footprints

Footprints on my doorstep the image sear loneliness from its epicenter I said goodbye to melancholy just the other day pace by pace it was trampling on my heart. "far away from home, that's common" they say my neighbours and a bunch of small women hidden in me leaving trails of breadcrumbs behind, she walks I follow her footsteps silent and obedient shed tears, pity yourself, hurt others none of it soothes better than sharing step by step collect the footprints you left behind, hurting others that were before you wait as she passes by wait as she turns back and wait as she dies silent and obedient that fog sits upon your head as if to strangle yet it will rise gently bit by bit you were the goner; now stay behind to wait the end of every road meet where you always stood that your faith is your haven that the footprints in circles seek eternity Meva Ayse February 2008

Ayak İzleri

Silinmiş yalnızlık ta orta yerinden ayak izleri irili ufaklı kapımın önünde dün yolculamıştım hüznü ardından bakarak bir bir kalbime basılan ayak izleri "uzaktasın olur böyle, bir gariplik gelir gider" der komşularım içimdeki sessiz yanlarım ufak ekmek kırıntıları bırakarak yürür usul usul ve gizlice onu takip etmemi ister hüzün ağlamak, acımak, acıtmak hiç biri paylaşmak gibi rahatlatmaz tek tek topla şimdi ayak izlerini ardında bıraktığın, senden öncekileri acıtan bekle gitsin, bekle dönsün, ve bekle ölsün sessiz ve derinden o sis seni boğacakmış gibi üzerine çöken bekle kalksın usul usul sen gidenlerdendin, şimdi yolcula bir bir yolların sonu hep durduğun yermiş meğer içindeki iman, göğsündeki liman ayak izleri dönüp dönüp hep ebediyeti arar imiş meğer. Meva Ayse 2008 Şubat

Osmanlı Barışı- Üçüncü Roma

Geçenlerde İlber Ortaylı'nın "Osmanlı Barışı" adlı kısa makalelerinin derlendiği kitabını okuyordum. Osmanlı İmparatorluğuna ilginç bir açıdan bakan değerli tarihçimiz bilmediğimiz yönleriyle Osmanlı'nın aslında Roma'nın müslüman bir devamı olduğunu vurguluyor. Kozmopolit bir tebayı uzun yıllar hatta yüzyıllar boyunca bir arada tutan dinamiklere sahip bir imparatorluktu Osmanlı. "Osmanlı İmpaatorluğunda 16. asra kadar halkın büyük çoğunluğu gayrimüslüm idi. Ama bu yapıya rağmen ideolojisi İslam'dı ve İslam için savaşıyordu. Nitekim Balkanların Arnavutlar ve Boşnaklar gibi iki önemli gurubu Osmanlı sayesinde 15. yüzyılın ikinci yarısında İslam dinine geçtiler..... Osmanlı devlet idaresi herkesin dini vecibesini yerine getirmesi ve hayatını yaşaması için asayiş görevini üstlenmişti. Bürokratlar arasınd Ermeni, Helen ve Yahudiler de vardı. İmparatorluk idaresinin ve ordunun dili Türkçeydi. Osmanlı donanması Noel ve Paskalya'da demir atar bünyesind çalışa...