Buhran Anatomisi
Vakit ilerlemişti. Dar bir boğazdan geçiyordu dalgın yolcu. Yaz kapıda, kış arkada kalmıştı lakin o hala bir sonraki kışı nasıl geçireceğinin planlarını yapıyordu. Üzerinde yırtık bir ceket, savrulmuş saçları doğal dalgalara bırakmıştı kendini. Hesap kitap. Kriz. Onu da vurmuştu elbet. Maddi anlamda olmasa da manevi ihtivasıyla vurmuştu sırtına. Geçtiği yolların yolcusu bu garip, kendi dışında var olan tüm canlılara--insan da dahil--tek kaşı havada, ince hesaplar içindelermiş gibi bakardı. Haklıydı üstelik. Gerçeği görmüştü. Gözlerde saklanan niyetleri, sözlerle örtülen kirli emelleri. Bu kadarı fazla ileri gitmek olsa da, zaman zaman midesi bulanır, yolculuğa ara vermeye bile kalkardı anlayışının, sezgilerinin kuvvetinden. Halbuki vakit tamam değildi henüz. Yolun sonuna gelmemişti. Daha kim bilir ne tepeler aşacak, ne düzlüklerden geçecekti sırtında dünya taşıyan bu argın seyyah.
Salına salına yanından geçen kediye boş gözlerle baktı bir an. İlkin boş, sonradan dolan gözlerle. Dedesinden yadigar dia göstericisiyle duvara yansıttı içindeki farklı insan portrelerini. Kopuk kopuk. Sordu kendine tek bir soru. "Ölümün en çok neyinden korkuyorsun?"
Islak nefesinden çıkan kelimeler duvarda kayan resimlere asılmaya çalıştı bir süre. Saymaya başladı ömrün sonuna kadar. Ta ki o an gelip bilinmeyene yolculuğu başlayana kadar.
Bir anda herşey nasılda ufalandı. Ekmek fiyatları, tasarruf ettikleri, uğrak yerleri, sevdikleri. Bir tek kalbi ağrıyordu. Onun olabilecek miydi? Yolcu yolunda gerek.
Yorumlar